Nazi yanlısı aşırı sağın yükselmesinde ‘Merkel-Erdoğan pazarlığı’nın payı ne?
Almanya’da Eylül 2025’te yapılacak genel seçime bir yıl kala görevdeki koalisyon hükümetine duyulan güven dibe vurdu: Anketlere göre hükümetten memnun olmayanların oranı yüzde 84. Bugün seçim yapılsa Birlik Partileri (CDU/CSU), yüzde 33’lük oranla birinci, oyları yüzde 17’ye yükselen aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) ise ikinci parti olarak çıkacak.
AfD’ye verilen oylar artık ‘protesto oyu’ olarak da tanımlanmıyor. Aşırı sağcıların kemik bir seçmen kitlesinin oluştuğu belirtiliyor. İçlerinde Nazilere açıkça destek veren isimlerin olduğu bir partinin oyunun bu kadar yükselmesinin en önemli nedenlerinin başında, ekonomik koşulların yanı sıra, Almanya’nın göç ve mülteci politikaları gösteriliyor. Her iki kişiden biri (yüzde 48), Alman siyasetçilerin en acil bu sorunu çözmesi gerektiğini düşünüyor. Ve bugünlerde Almanya’da bu mesele tartışılırken, konu dönüp dolaşıp Almanya’nın eski başbakanı Angela Merkel’in 2015’te verdiği kritik kararlara geliyor.
‘2015 OLAYLARI’ ALMANYA’NIN KADERİNİ DEĞİŞTİRDİ
O yılın yaz ayında Merkel, Brüksel’deki bir gece toplantısında Yunanistan’ın ortak Euro para birimi bölgesinden çıkarılması anlamına gelen ‘Grexit’i önledi. Sonbaharda ise – 4 Eylül’ü 5 Eylül 2015’e bağlayan gece – Macaristan’dan gelen mültecilerin Almanya’ya girmesine izin veren kararı aldı. Mültecilerin Avrupa’da ilk ayak bastıkları ülkeye geri gönderilmesini öngören Dublin kuralları askıya alındı ve binlerce mültecinin ülkeye girişine izin verildi. İşte o kritik aylar, hem ‘Euro bölgesi’ hem de iki yıl önce Avrupa Birliği ve Euro Bölgesi politikalarına karşı çıkan bir grup iktisatçı tarafından kurulan AfD için karar yılı oldu.
Bugün Almanya’da ‘2015 olayları’ diye nitelenen 2015 yılının yaz aylarına kadar Orta Avrupa’ya yol alan ‘Balkan rotası’nı çoğunlukla Makedonlar, Arnavutlar, Kosovalılar ve Karadağlılar kullanıyordu. Ancak, o sıralarda bir taraftan Suriye’de iç savaşın en kanlı ayları yaşanıyordu. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, çatışmaların başladığı 2011 yılından itibaren Suriye’de en yüksek can kaybının 2014’te yaşandığını açıkladı; bir yılda 76 bin 21 kişi öldürülmüştü. Nusra Cephesi ve IŞİD saldırıları kuzeye yönelmişti, Türkiye sınırında ise Kobani savaşı sürüyordu. Batılı ülkelerin Kobani’ye hava operasyonunun gündemde olduğu, 2014 yılının ekim ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Şu anda Ayn-el Arab da, diğer adıyla Kobani de, buyurun, düştü düşüyor” sözlerinin ardından Türkiye’de de ‘Kobani olayları’ tetiklenmişti. Suriye’deki savaştan kaçarak Ürdün ve Lübnan’daki aşırı kalabalık mülteci kamplarına giden göçmenler, oradan Avrupa’ya yol alıyordu. Balkan rotasını 2015 yazına doğru giderek daha fazla Suriyeli kullanmaya başladı.
‘BAŞARABİLİRİZ’ SÖZÜ SLOGAN HALİNE GELDİ
O yıl Almanya’da Federal Göç ve Mülteciler Dairesi’ne (BAMF) o kadar çok iltica başvurusu yapıldı ki daire, başvuruları hızlı bir şekilde işleme koyamadığı için Suriyelilere sadece belgelere dayanarak ve bir Alman yetkiliyle mülakat yapmadan iltica hakkı vermeye başladı. İşte bu şartlarda Merkel, 31 Ağustos 2015’te Dresden’deki bir mülteci kampına yaptığı ziyaretin ardından düzenlenen basın toplantısında, “Basitçe söylüyorum: Almanya güçlü bir ülkedir. Bu konulara yaklaşımımızın nedeni şu olmalı: Çok şey başardık- başarabiliriz! Bunu yapabiliriz ve yolumuza çıkan her ne olursa olsun, bunun üstesinden gelmeli, üzerinde çalışmalıyız” dedi. Merkel, konuşmadan on gün sonra da Berlin-Spandau’daki ilk göçmen kabul merkezine yaptığı bir ziyaret sırasında mültecilerle selfie çektirdi.
Göçmenler halk tarafından da alkışlarla karşılanmış ve Merkel’in “başarabiliriz” sözü bir slogan haline gelmişti. Fakat, “başarabiliriz” sözü diğer taraftan düşmanlığı da tetikledi. Merkel hükümetinin mülteci ve göç politikasına karşı olan AfD, bu sözleri genellikle alaycı veya polemikçi bir biçimde tekrar tekrar işledi.
AB-TÜRKİYE ANLAŞMASIYLA TÜRKİYE GÖÇMENLERİ TUTTU
Oysa Merkel hükümeti, bugün eleştirilen bu göç politikasından Mart 2016’da ‘AB-Türkiye Anlaşması’ ile keskin bir dönüş yaptı. “Başarabiliriz” diyerek sınırları açmalarının üzerinden henüz altı ay geçmişti. Merkel, uzun müzakerelerin ardından Brüksel’de ‘AB-Türkiye Anlaşması’nı sundu. Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyonu, 18 Mart 2016 tarihinde dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile anlaşmaya vardı. Böylece Almanya’daki mülteci krizinin akut aşaması sona erdi.
Anlaşmanın özünü, Türkiye’nin, Avrupa’ya gitmek üzere kıyılarını terk eden tüm mültecileri geri alması ve karşılığında seçilmiş göçmenleri Avrupa’ya göndermesi oluşturuyordu. ‘Seçilmiş göçmen’ tanımı, Merkel’in o günlerde defalarca dile getirdiği ‘yasadışı göçün yasal göçle değiştirilmesi’ hedefini açıklıyordu. Anlaşmanın fiili olarak hayata geçmesi için Türk kolluk kuvvetlerinin daha önce göz yumulan Ege Denizi’nden toplu geçişleri engellemesi gerekiyordu. Bir süre bu geçişler engellendi de…
Çünkü AB-Türkiye Anlaşması’nın en önemli unsuru, Avrupa’nın kesenin ağzını açmasıydı. AB, göçmenleri tutması karşılığında Türkiye’ye toplam 6 milyar Euro’luk yardım paketinin hızlı bir şekilde ödenmesini taahhüt etti. Bu para, Türkiye’de geçici korumadan yararlanan göçmenler için veriliyordu.
Anlaşmaya göre ayrıca Schengen bölgesinde Türk vatandaşları için vize zorunluluğu kaldırılacak ve aksayan AB katılım müzakerelerinde yeni fasıllar açılacaktı. Anlaşmanın ilk beş yılında Yunan adalarına giden on binlerce Suriyeli mülteciden yaklaşık 3 bininin Türkiye’ye geri gönderildiği tahmin ediliyor. Aynı zamanda AB de Türkiye’den sığınma hakkı olan 7 binden fazla mülteciyi kabul etti.
ERDOĞAN SINIRI AÇTI
Ancak, Mart 2020 anlaşma için bir dönüm noktası oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Türkiye’ye Suriye’den gelen göçmenler nedeniyle baskı altına girdi. Bu ‘mesele’ AK Parti oylarını da eritecek bir soruna dönüştü. Buna ek olarak, Suriye’nin kuzeyindeki İdlib’de Suriye ordusu tarafından düzenlenen bir saldırıda 33 Türk askeri öldürüldü. Erdoğan’ın AB ve NATO’dan yardım talepleri karşılıksız kalınca, bu anlaşmayı Avrupa’ya karşı siyasi bir pazarlık kozu olarak kullandı: Erdoğan artık Avrupa’ya giden mültecileri durdurmayacağını ve Yunanistan anakarasıyla olan sınırı güvence altına almayacağını açıkladı. Suriyeli mültecilerin Yunan adalarındaki kamplardan geri kabulü de iptal edildi. Bunun resmi gerekçesi olarak koronavirüs salgınının patlak vermesinin ardından sınırların kapatılması gösterildi.
Böylece Türkiye’de yaşayan binlerce göçmen Avrupa’ya doğru yola çıktı. Göçmenlerin Yunanistan’a ulaşmaya çalıştığı Evros sınırında kriz durumu tırmandı. Çok sayıda mültecinin sınırı geçerek AB’ye girme girişimi, Yunanistan tarafından sert bir şekilde karşılık verilince durdu.
MERKEL PERDE ARKASINDA ERDOĞAN’LA PAZARLIK ETTİ
Peki, sonuçta ne oldu? Türkiye’de değil ama Almanya’da bugünlerde bu konu üzerinde sıkça duruluyor.
Örneğin, son olarak genişçe bir çalışma Frankfurter Allgemeine gazetesi siyaset editörü Eckart Lohse tarafından yapıldı. Lohse, 12 Eylül’de yayımlanan ‘Aldanma: Angela Merkel ve Almanları’ isimli kitabında Merkel’in 16 yıllık politikalarını ele alıyor. Kitaba göre 2015’te büyük mülteci krizinin yaşandığı zaman Merkel’i eleştiren ve daha fazla sınır koruması çağrısında bulunanlar arasında bile, geriye dönüp baktıklarında, eski başbakanın göç akınlarını sınırlamak için aldığı kararları övenler var. Bazı siyasetçilere göre Merkel mülteci politikası konusunda dış dünyaya “başarabiliriz” derken, perde arkasında Türkiye anlaşmasını organize ediyordu. Gerçekten de AB-Türkiye Anlaşması’ndan sonra Almanya’ya kabul edilen mülteci sayısında düşüş yaşanmıştı. Kitapta görüşü alınan siyasetçilere göre, “2017 ve 2018’de mülteci sayılarının düşmesi tesadüf değildi. Bu düşüş, Merkel’in Balkan rotasının kapatılması için müzakere ettiği AB-Türkiye Anlaşması’nın açık bir sonucuydu.” Bu siyasetçilere göre Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan her ‘yalpaladığında’, Merkel ‘düzenli olarak Erdoğan’la pazarlık yaptı.’
Sonuçta göçmenler siyasetçiler istediği zaman kapılara yığılan rehineler veya Avrupa sınırlarından ‘geriye itilen’ ‘yığınlar’ haline geldi. Kaç göçmenin Avrupa yolunda Ege’de boğularak öldüğünü bilmiyoruz.
Merkel’in “başarabiliriz” dediği mülteci kabul politikası, AB-Türkiye Anlaşması’nın ardından unutuldu. Ancak, AfD’nin 2015’ten bu yana izlediği göçmen karşıtı çizgisi, sağcı seçmenler dışında göçmenlere mesafeli bakanların da AfD’ye yönelmesine neden oldu. Nazizm yanlısı AfD giderek yükseldi. Eylül 2017’de yapılan genel seçimlerde AfD ilk kez federal parlamentoya girdi. Şu anda birçok eyalette iktidar olmak için mücadele ediyor. Göçmenlerse hâlâ Almanya’da siyaset tartışmalarının merkezinde yer alıyor.
Türkiye ise 6 milyar Euro’luk yardım paketini aldı ama Türk vatandaşları için vize zorunluluğu kaldırılmadı ve AB katılım müzakerelerinde yeni fasıllar açılmadı. Tam tersi, Türkiye’den başvuranlar Almanya’dan vize alamıyor. AB üyeliği ise artık hiç gerçekleşmeyecek bir hayal oldu.